Rss Feed
  1. ÇEKİLİŞ SONUCU

    27 Ağustos 2014


    Beklettim, beklettim, beklettim ama sonunda bağlantıma kavuştum ve tüm günümü liste hazırlamakla geçirdim. Yorumları ekranda çıkmayıp da benim duyurumla ya da fark ederek bana ulaşan katılımcıların da hakları eklendi.
    Ek haklarla beraber toplam 1022 katılım gerçekleşmiş oldu.

    Şimdi gelelim random.org sonucuna...



    Şanslı isim, 296. numaraya sahip olan Makyajlı Kareler...
    Tebrik ediyor ve hemen mail atıyorum kendisine...
    Bana 3 gün içine dönüş olmazsa, çekilişi tekrarlayacağım.

    Bu arada kazanamayanlar için yarın bir H&M sürprizi gelecek ;)

    Not: Çekilişin videosunu instagram hesabımda bulabilirsiniz...





  2. Evet çok gezdik, eğlendik, denize girdik ve bolca da güneşlendik... Bu yaz geldi ve neredeyse geçmek üzere... Bu post ise bir Bodrum manzarası eşliğinde...

    Son tatilimde yanıma hiç tereddüt etmeden, tatilimin de kısa oluşunu hesaba katarak, deneme boyu John Frieda şampuan ve bakım kremini, bir de Rapunzel' e ait, daha önce denemediğim ama bolca övgülerini okuduğum kömür özlü saç bakım maskesini aldım.

    6 gün boyunca şampuan ve saç kremini hergün, bakım maskesini de 2 kere kullanıp bitirdim.

    John Frieda' nın birçok serisi şu an satışta ama benim gibi işlem görmüş saçlara en iyi terapi, full repair serisi... Daha yıkama esnasında bile yumuşacık saçlara kavuştum ve tararken hiç zorlanmadım. Kuruma sonrası ise saçlarımın doğal dalgaları, sanki kuaförden çıkmışım gibiydi. Hacim var ama çok da doğal bir hacim... Markanın serisi hakkında savunduğu, ağırlık yapmaz vaadi ise kesinlikle doğru. Yağlanma konusu ise tam boyu denediğimde çözülecek, keza her gün kullandığım için bunu anlayamadım.
    Eh açıkçası bu derece memnun kalacağımı ben bile düşünmemiştim, tam boyu alınacaklar listeme eklendi bu seri. Serinin ayrıca maske ve serumu da mevcut. Şampuan ve saç kreminin tam boyu ise 25 TL civarında, indirimi bekleyeceğiz elbette ki.

    Gelelim Rapunzel' e...
    O kadar memnun kaldım ki, tatil sonrası tam boyuyla ürünü kullanmaya devam ettim, hala da ediyorum. Kısaca geçeceğim ürün yorumu, başlı başına bir post haline gelmeyi hak ediyor diye düşündüm. Detayları sonraki postta bulabilirsiniz.



  3. Bu sefer İstanbul' dan merhaba

    Blogu biraz günlük gibi kullanmak olacak ama... Wi-Fi bulmuşken yazmamak olmazdı tabi.

    Özlemem dediğim yerlerden biri benim için İstanbul. 
    Açıkcası hiçbir zaman bu şehrin aşığı olamadım, hayatımda ailem dışında en değer verdiğim kişiler burda yaşıyor olsa da, taşınmamak için ciddi ciddi direndim. Eh, maalesef kader kısmet galip geldi ama daha sonra kürçü dükkanı İzmir'e geri döndüm. 

    Elbette ki güzel şehir, hatta dünyanın en güzel şehri belki de ama ben yanlış zamanda yaşadım diyelim. İlerde daha doğru bir zamanda ve daha doğru insanlarla tekrar denerim bu şehri belki de.

    Aslında ben daha sessiz sakin yerleri seviyorum. Insanlardan uzak ama insansız olmalı. Ben istediğimde aralarına karışmalıyım. 
    Ne iş yaptığım önemli değil ama güne mutlu uyanmalıyım.
    İşten eve otobüs tepelerinde bayılmak üzere değil de, en fazla 10 dakika mesafedeki evime iş sonrası mayomu almaya gitmeliyim. 
    Akşamüstlerini evin terasında ya da bahçesinde, yanımda Herkül, Zeyna ve Böcek, kitap okuyarak karşılamalıyım, belki arka fonda da Louis Armstrong veya İbrahim Ferrer çalar...
    Akşamları ise dostlarımı toplamalıyım. Yemek yapmaktan nefret ederim ama tatlı konusunda iş değişir, bu yüzden onlara tarifini tutturduğum cheesecakeleri sunmalıyım.
    Yanımda biri olmalı mı, olmamalı mı henüz emin değilim ama bu şartlarda mutlu olmalıyım :)
    Ve tabi bunları yapmak için emekliliğimi beklememeliyim.

    Herkesin bir hayali vardır işte. Kiminin mutlu bir aile yaşantısı üzerine, kimininse sağlam bir kariyer... Hepsinin bir arada olduğu şanslılardansanız ne mutlu size ama benimkisi de böyle...

    Tüm hayallerimizin günün birinde hayal olmaktan çıkması ve hayatımıza katılması dileğiyle!


  4. SOKAK HAYVANLARI

    10 Ağustos 2014


    sokak hayvanlari


    Merhaba

    Beni sosyal ağlarda takip edenler bilirler ki, evde 3 adet birbirinden yaramaz kedim var. Her ay da, çok değil sadece 50 TL bütçemden ayırıp, 15 kg mama alarak (eh, her ay mutlaka bir internet sitesinde 15 kg. lık mama indirime girmiş oluyor) sokağımdaki kedileri günde bir defa beslemeye çalışırım.

    Benim en büyük kabuslarımdan biri ise, daha dün başını okşadığım ve mamasını verdiğim kediyi ertesi gün ve sonraki günler görememektir. Genelde civarda oturanlardan bir gece sarhoşuna kurban gittiğini öğreniyor olsam da, yine de haber alamadıklarım için belki de iyi bir aileye sahip olduğu temennisini taşımaya çalışırım.

    Hayvanseverliğiyle ünlü ve yaşadığım şehir olan İzmir' de, hem de Karşıyaka' da bile işler o kadar kötü ki... İnsanlar ya hayvanları seviyor ya da nefret ediyor. En son apartman yöneticimden, '' bu hayvanları ne diye her akşam besliyorsun, ziyan ve masraf sadece'' cümlesini bile duydum. Çoğu insan için bile bu iş bu kadar basit, sadece ''ziyan ve masraflar''...

    Ortada sorunlu bir sistem var ve barınaklar ülkemizde sokaklardan daha içler acısı durumda. İstisnalar arada bazı barınaklarda olsa da, genelde en güçlünün yaşayabildiği bir süreç var.
    Kaldı ki zaten belediyelerin en son umursadığı müdürlükleri de, Veteriner İşleri oluyor. 2 yıllık bir belediye geçmişim var ve çalıştığım belediyenin Veteriner İşleri müdürünün, cuma günü saat 16:30 da bildirilen ve ölmek üzere olan bir köpeğe dair söylediği cümle hala kulaklarımda...
    ''Pazartesi müdürlüğe getirsinler, şanslıysa ve hala yaşıyorsa bakarız''...

    İşte halimiz böyle... Yavru halleriyle instagrama fotoğraflarını yüklediğimiz canlar, maalesef 2 gün sonra bir araç altında ya da çoğunlukla açlıktan ölüyorlar. Sokakta doğan yavruların çoğunun 5 aylık bile olmadan öldüğünü biliyor muydunuz?


    sokak kayvanlari


    Yazacak o kadar çok şey var ki... Önemli olansa, neler yapabiliriz kısmı?

    *Bitirdiğiniz yoğurt kapları ve yemediğiniz makarna, bezelye, hatta sevmediğiniz pırasayla bir canlının kahramanı o akşam siz olabilirsiniz.
    Artık yemeklerinizi çöpe atmayın, çöpün yanına bir kaba koyun.
    Kediler bir şekilde çöp karıştırarak şanslarını arayabiliyorlar ama köpekler bunu da yapamıyor...

    *Her sabah evden çıkarken bir kap suyu kapınızın önüne koyun.
    Komşular rahatsız mı oluyor? Çöpün yanına koyun. Döktüler mi? Bir daha koyun. Onlar vazgeçebilir ama siz kendinizi eve nasıl attığınızı bilmediğiniz bu sıcak yaz günlerinde pes etmeyin.

    *Şayet bütçeniz uygunsa, bir kap da mama koyun.
    Benim en çok duyduğum cümle şu ''ben hayvan seviyorum ama evde beslemiyorum' tamam, sen yine evde besleme ama madem hayvan seviyorsun neden dışarda beslemeyesin?
    İnanın masraflı değil. Ben, başta da belirttiğim gibi yalnızca 50 TL masraf yapıyorum. Aldığım 15 kg mama, çoğu zaman bir sonraki aya bile kalıyor. Hergün en az 10 irili ufaklı kedi benim koyduğum mamayla doyuyor.

    *Ben çok meşgulüm, yardımcı olmak isterim ama uğraşamam diyorsanız, çevrenizde bulunan sivil toplum örgütleriyle irtibata geçin. İnternetten eminim 5 dakika içinde, fotoğraflarıyla da güvenilirliği tasdiklenmiş bir sürü örgüt bulacaksınız. İster mama yardımı, isterseniz de klinik yardımında bulunabilirsiniz.
    İstanbul'da oturduğum dönem, Göksu Evleri Hayvanseverleri grubuna mama bağışlamıştım. Beykoz Ormanları' ndaki hayvanlara her sabah, üşenmeden mama götüren ve çoğunluğu kadınlardan oluşan bir grup. Mama alıp adreslerine gönderebilirsiniz.

    *İşyerinizdeki sorumlularla görüşün.
    Sizin için minik ama onlar için dev gibi bir adım. Şimdi her öğlen artan işyeri yemeğiniz çöpe değil de, barınaklara gitse? Bu teklifinizi seve seve kabul edecek, işyerinizden belirteceğiniz saatte artıkları alacak yüzlerce örgüt mevcut. Hem işyeriniz de sosyal sorumluluklar listesine bir yenisini ekler.

    *Barınakları ziyaret edin.
    Bir canlının yaşam ihtiyaçları karşılansa bile, sevgi ihtiyacı (biz insanların bile) maalesef karşılanamıyor...
    Neden bir aile gününüzü piknik yaparak değil de, çoluğu çocuğu alıp, sevgiye muhtaç canların olduğu bir barınakta geçirmeyesiniz ki?

    *Eğer bir canlıya ev sahipliği yapacaksanız, bu canlıyı sokaktan ya da barınaklardan edinin.
    Petshoplardan asla ama asla hayvan almayın! Bu ticarete ortak olmayın, olmayın ki bu ticaret zayıflasın ve bitsin. Çünkü canın ticareti olmaz, çünkü satılsın diye binlerce km öteden, tuvaletini yapmaması için verilen 2 gram mama ve ilaçlarla gelecek o size.
    Çünkü çoğu bu hayvani bile olmayan şartlara dayanamıyor ve yollarda size bile ulaşamadan oraya buraya atılıyorlar.
    Bunu kesinlikle siz de reddedin.
    Evet sokakta size minnetle bakan kedi ya da köpeğinizin belki uzun tüyleri, güzel gözleri olmayacak ama onu kurtardığınız için size hepsinden daha çok bağlanacak...

    *Hayvan sahiplenme kararınızı defalarca düşünün. Bir hayvanın ortalama ömrü 10-15 yıldır. Bu kadar yıl sabırla ona bakabilecek misiniz? Bebeğiniz olduğunda yine onu evde kabul edebilecek misiniz? Tüm bunları düşünün ve gerçekten emin değilseniz, şartlarınız biraz daha uygun olduğunda edinin.

    *Bu telefonları kaydedin... 
    Eğer bir aracın bir hayvana çarptığını ve hayvanın yardıma ihtiyacı olduğunu düşünüyorsanız, 7 gün 24 saat hizmet veren bu numaraları arayın!
    Siz yardım edemiyor haldeyseniz bile bu 4 belediyenin ücretsiz böyle bir hizmeti var ve maalesef bu durumlar çok karşılaşıyoruz, kaydedin... Varsa başka ilde bildiğiniz böyle bir hizmet, yoruma ekleyin ki, listeyi güncelleyebileyim...

    İstanbul: 0 212 453 7370 ulaşamazsanız 153
    İzmir: 0 232 293 3980
    Ankara: 153
    Adana: 153

    Son olarak; görmezden gelmeyin...
    Görmezden gelince maalesef onların sorunu yok olmuyor, tam tersi siz görmezden geldikçe onların yaşamı yok oluyor.

    Evet, dünyada çok olumsuzluk var, tek sorun hayvanlar değil elbette ki...
    Yapabiliyorsanız zaten yardıma ihtiyaç duyan insanlara da yardım edin. Ama bu postun konusu sokak hayvanları, o yüzden bana yeter ki, çocuk esirgeme kurumundaki çocuklarla da ilgili yaz vb. yorumlarla gelmeyin olur mu? Bu gibi sebebini anlayamadığım ve amacını aşan yorumlar, bunun gibi postların altından bir kıyaslama unsuru gibi duruyor çünkü...
    Zaten o gibi hayırlar, bir post konusu da olamaz, olmamalı...
    Fakat iletmemi istediğiniz çağrılar varsa, benimle iletişime geçin, takipçi sayımın çok olduğu platformlarda seve seve paylaşırım...

    Bu yazı bir kişiye bile ulaşsa ve onun ne yapabilirim sorusuna cevap verebilse, benim ve benim gibi düşünler için büyük mutluluk olur...


  5. MİMLEDİLER BENİ!

    8 Ağustos 2014




    Sevgili Bitmeyen Rüyanın Perisi beni mimledi gitti :) Bu şeker mim için çok teşekkür ederim.
    Gecikmeli de olsa tanrıça mimi yanıtlarım hemen aşağıda.

    Geçmişin olmasaydı bugün ortaya koymakta olduğun şey ne olurdu?
    Kariyerime daha fazla odaklanırdım.

    Annen ve Baban senin için neyi ifade ediyor?
    Zor zamanlarımdaki kaçış adresim.

    İmkansız olduğunu düşündüğün her şeyin kapılarını açmak için ne kadar gönüllü olurdun?
    İçimdeki sesi dinlerdim ve bana gerçekten de güzel şeyler söylüyorsa, neden olmasın?

    Şuan kimsin ve ne kadar büyük, parlak ve faydalı bir macera ortaya koyacaksın?
    Aslında şu an gayet de tökezlemiş durumdayım ama hala düşmedim ve maceramı ben de merak ediyorum.

    Kalbin daha önce kırılmamış olsaydı ne kadar neşeli, olağanüstü, değerli ve tümüyle doyurucu bir ilişki içerisinde olurdun?
    Sanırım empati gücünden yoksun bir ilişki içinde olurdum. O kalplerin de bir kırılma nedeni vardır belki ;)


    O zaman ben de mimliyorum 
    Elf Ana ve Melodi Erkan 'ı :)




  6. BAŞKA TÜRLÜ BİR ŞEY

    7 Ağustos 2014

    mugla
    Resim yazısı ekle


    Bu (tam anlamıyla) bir tatil postu değildir!

    İzmir sıcağından bunaldığım geçtiğimiz haftasonu, arkadaşlarımın da çağrısına kulak verip, kamp çadırını kucakladığım gibi, soluğu Datça yollarında aldım.
    Zor zamanlardaki en iyi ilaç olan dost, doğa ve deniz 3 lüsüne,  Datça'yı da ben ekledim.

    Kamp dediğime bakmayın, aslında pek de kamp insanı değilimdir. Zaten çok deneyimim de olmadı bugüne kadar. Fakat o sıra başka yer deselerdi de, hiç farketmez kabul ederdim.

    Meğer bu şehir, bu insanlar ve geride kalanlar beni ne kadar bunaltmış... Ne kadar da ihtiyacım varmış...

    Dedim ya, tam anlamıyla bir tatil postu değil bu. Sadece insanın duygusal olarak hissettiklerini doğayla kucaklaması da serde varmış. Gecenin 3 ünde denize girmek (her zaman) sarhoşluktan değil, denize tamamen kendini bırakmasındanmış. En sevdiğin şairlerden birinin yürüdüğü yolları, kafanda dizeleri yankılanırken turlamak en iyi ilaçmış. O son kahvenin bıraktığı telveler, her zaman fal değil, geçmişe sünger çeken kendime, yeniden ve dolu dolu bir merhabaymış.


    bir yıldırım çarpması benim istediğim. 
    okyanusa dökülen nehirin suyunun okyanusa karışması.
    göktaşının paris`te yalnız yürüyen adamın başına düşmesi. 
    bir güneş tutulması benim istediğim. 
    bir aşk tutuşması.
    bin aşktan kaçarken benin rastladığının sen olması. 
    sığamadığım şehirlerin hepsinin bana ev olması. 
    tutuşturulan hüzünlerin lacivert bir gecede bir şarap şişesinde yakılması. 
    başka türlü bir şey benim istediğim. 
    bu çağda olmaz olası. 
    geceye sığmaz yaşanması. 
    gündüzde hep eksik kalması. 
    başka, başka bişey. 
    bir yıldırım çarpması. 
    bir yanardağ faciası.
    öyle bir gelmelisin ki bana ben lal kalmalıyım. 
    kulaklarım duymamalı bir daha başka bir sesi. 
    gözlerim görmemeli başka bir yüzü.
    deste deste biriktirdiğim yalnızlığım yanında erimeli. 
    yüzümde bir sarhoş gülümseme gezinmeli. 
    mevsimler anlamsız, mevsimler şaşkın düşmeli.
    aşk, 
    öyle bir çarpsın ki beni o ben ben olmayayım dediğim gecelerin cevabı olmalı. 
    kaçtığım sokaklardan sana sığınmalı.
    aşkından harap bitap düşmüş olmalı. 
    seni sevmekten, seni sevmekten başka çıkışım olmasa...
    aşk kapımı öyle bir çalsaki benim o kapım bir daha kapanmasa.
    topladığım deniz kabukları sahibini bulsa. 
    gecelerde ve yalnız işlediğim o hatlar bir mana kazansa. 
    mana. 
    manam sana kaysa. 
    senle var olsa bu hayat. 
    ve bir gün yine seninle yok olsa.
    hiçbir taht hiçbir saltanat bana senden başkasını hatırlatmasa. 
    haremdeki cariyeler azad olsa, sultanlık yıkılsa ben sana sığınsam. 
    kaçak bir padişah olarak sadece aşkına sığınsam. 
    bana baksan. 
    beni anlasan. 
    bana baksan. 
    bana baksan.
    sen bana baksan o anlar zamanın hükmünden çıkar. 
    senin gözlerinin değdiği gözlerim öyle bir hal alır ki 
    ne bir daha göreceği şeyler onun için anlamlıdır ne de geçmişinde gördükleri. 
    an hüviyetsizdir artık. 
    an aşka bulanmıştır. 
    an aşkla yıkanmıştır. 
    aşkın değdiği bir şeyin hiç eskisi gibi kaldığını duydun mu sen?
    aşkla eriyen dudaklarının dudaklarıma değmesi nasıl bir ateş yakar bende hiç düşündün mü sen? küresel ısınma dedikleri yanında anlamsız kalır. 
    buzullar erir. 
    bu dünya bir alev topuna döner. 
    gece ve mum ışıkları aydınlatırken odayı. 
    senin aşk kokan bedenin.
    cennetin hangi bahçesinden çalınmış bu topraklar. 
    sırtın. 
    sırtındaki o ben.
    boynundaki ufak izin. 
    hangi cennet bahçesi kokunu taşır? 
    hangi çiçekte hangi koku senin kadar anlamlı olur. 
    gece. 
    ve biz ikimiz birer göktaşıyız. 
    uzayın derinliklerinde birbirimize doğru bilinmez bir hızla seyreden. 
    birazdan tutuşacağız. 
    ve bu tutuşmadan ne sen sağ çıkabileceksin. 
    ne de ben. 
    liman olan aşka nasıl sığınabilirim? 
    nasıl bir kaptanım ki ben bu gemiyi bir türlü kontrol edememekteyim. 
    soğuklarda güvertede yani bu yapayalnız ruhta bir gömlek bir ceket gezinmekteyim.
    istanbul. 
    aşk eğer sen olsa idin. 
    ve istanbul istanbul
    olmasa idi ben onu fetehederdim. 
    adını o şehre verirdim. 
    yüzyıllarca seni bilsinler ve sana aşık olsunlar diye.
    aşk. 
    hangi denizin kıyısındasın sen.
    hangi kumsalda duruyor ayak izin.
    başka türlü birşey benim istediğim.
    bir kadın bir erkek arasında geçen. 
    ve içinde sadece mana bulunan.

    Can Yücel


    can yucel
    Resim yazısı ekle





  7. Ve bir ürün yorumuyla daha birlikteyiz...

    Geneliyle yeni aldığım ürünleri değil, kullanıp bitirdiğim ya da bitirmek üzere olduğum ürünleri yorumlamaktan keyif alıyorum. Böylelikle hem kendimi, hem de postu okuyanları yanıltmamış oluyorum.
    Ürün etkileri her cilt tipine, dolayısıyla her kişiye göre farklılık gösteriyor olsa da, en azından bir fikir edinebilmek adına bu tip postlara devam edeceğim. Çünkü ben de takip ettiğim bloglarda en çok kullanılıp da yorumlanan postları okumayı seviyorum.

    Bugün sizinle paylaşacağım ürün ise, henüz bitirmediğim ama defalarca kullandığım, en sonunda da yorumlanacak kıvama getirdiğim bir maske.

    Watsons yesil cay maske


    Watsons Green Tea Antioxidant Maske' ye dair bendeki izlenim ''başarılı''. 300 g. lık koskoca bir ambalajı doldurmasına rağmen, fiyatı ambalajıyla ters orantılı diyebilirim.

    Cildimi yatıştırıyor, temizliyor ve canlandırıyor. Kullandıktan sonra cildimin gerçekten de ferahladığını ve  nefes aldığını hissediyorum.

    Kokusu ise ne iyi, ne de kötü. Beni rahatsız etmese de inceden bir çay kokusu var doğal olarak...

    Haftada 2 kere başka maske de dahil etmeden kullanıyorum. İşte olumsuzluk da burada başlıyor, keza ailece kullanmayacaksanız aylarca aynı maskeyi kullanmak zorunda kalabiliyorsunuz ve bu durum, yeni ürünler denemekten hoşlanıyorsanız, çok can sıkıcı olabilir.

    Bir diğer olumsuzluğu, eğer peeling üzerine maske yapıyorsanız, kimi zaman tahriş gerçekleşebiliyor. Özellikle yanaklarımda, burnuma yakın kısımlarda bu tahrişi hissettim. Kalıcı olmayıp, ertesi gün geçti ama ben de peeling sonrası kullanmamayı öğrendim.

    Yeni bir ürün değil, hatta uzun zamandır Watsons'larda mevcut ve uzun zaman daha mevcut kalacak bir ürün.
    Serinin maskesi dışında bir de burun bantını denedim ama hiç memnun kalmadım ve hiçbir şekilde tavsiye etmediğimi belirtmek isterim.

    Özetlersem, düşük fiyatıyla, dikkatli kullanırsanız gayet de uygun bir ürün. Mucizeler yaratmasa da, gerçekten işe yaradığı kesin. Büyük ambalaj tercih etmezseniz ve hassas bir cilde sahip değilseniz güle güle kullanabilirsiniz.



  8.  "yaşadığım çok kötü günler, yaşadığım anlardaki yoğunluğunu yitirdi. yaşadığım iyi günleri de unutmuşum. 
    sonuç: anlamsız bir ortalama. neden de galiba hep tek başına yaşamaya zorlanmam. toplumsal düzen gereği, mutluluğu tek başına aramam. bin türlü (ve hala süren) hesaplı kargaşadan tek başına çıkabileceğim konusunda şartlandırılmam.

    benim için ve benim durumumda olanlar için nerden bakılsa önemli olan sonuçtur. anlık mutluluklar (mutsuzluklar birikir) birikmiyor."

    (turgut uyar, 1976)


    turgutuyar